21 Mart 2012 Çarşamba

Dergiler ve Anadolu Dergiciliği Üzerine

Lise bilgilerimizle bizde Servet-i Fünun dergisi etrafında toplanan edebi topluluğa
Edebiyat-ı Cedide (Yeni Edebiyat) dendiğini hemen hatırlarız. İlk beyanname
yayımlayan topluluğun da Fecr-i Aticiler olduğunu’ Osmanlı dönemi aydınlanma
hareketlerinin merkezi sayılan Selanik’te çıkan Genç Kalemler’den de haberdarızdır.
Peki, 115 yıl öncesine dayanan bu bilgilere kavuşan insanların ne kadarı bu dergilerin
hangi koşullarda, nasıl çıkarıldıklarını merak edip öğreniyor’


Temel soru bu ve bu sorunun okunu hedefine vardırabilirsek, genel olarak ülkemizdeki
dergicilik, özellikle de Anadolu dergiciliği üzerine yol almaya başlıyoruz demektir.
Baştan bir saptamayı dile getirerek konunun can alıcı yönlerine değinmek istiyorum.
Türkiye dergiler mezarlığı’ Başka örnekler vereceğimize kendimizden yola çıkmak
daha doğru. 1980’li yıllarda iki dergi çalışmasının içinde yer aldım. Biri Nitelik, diğeri
de Yaşamın Tüm Birimlerinde Yoğunluk. Trabzon’da arkadaşlarımızla bin bir güçlükle
çıkardığımız Katılım Emek-Sanat geldi 1990’da. Onu, Antakya’da çıkardığımız Amik
ve Adana’da yayımlanan Lül dergileri izledi, 2000’de. 2005’te Ankara’da Edebiyat
Sanat ve Eğitimde Yoğunluk ve 2011’de de İlkinci Edebiyat dergileri’ Bunlar,
doğrudan sorumlulukla merkezinde yer aldıklarım, bir de temsilciliğini, yazarlığını
yaptığım dergiler var: İnsancıl, Kum, Nikbinlik, Kıyı, Karşın, Eylülce, Zonkişot,
Tersakan Toros’ Bunların içinde en uzun süreli (21 yıl) çıkan ve devam eden dergi
İnsancıl; diğerleri birkaç ay ya da sayı, birkaç yıl çıkanlar. Dolayısıyla ‘dergiler
mezarlığı’ bir ülkede yaşadığımız bir gerçek. Ama devrimci, toplumcu bir kişilik ya da
yarına dair bir iddiası, söyleyecek sözü olan bir sanatçı, mezarlığa bakıp kuyruğunu dik
tutmaktan vazgeçer mi’ İşte o vazgeçmeyenlerdir ki, birçok sıkıntıya, vefasızlığa
katlanarak taze fırından çıkmış ekmek gibi üzerinde matbaanın buharı tüten dergileri
meraklılarına ulaştırmak için can atarlar. O heyecan ve coşkuyu, güzel bir şeyi
paylaşma duygusunu, ancak o anı yaşayanlar bilir.


Heyecan, coşku, estetik üretim-yaratım ve paylaşımın verdiği haz, bir derginin
çıkarılması, özellikle uzun ömürlü sürdürülmesi için yeterli mi’ Toplumcu-devrimci
kişilik, iddiası-sözü olan sanatçı, toplumsal ölçekte diğer aktörlerle ilişkide
bulunduğuna göre, Türkiye’nin bugünkü gerçekliğini sağlam değerlendirmek ve
‘dergicilik’ çerçevesinde mevcut gerçeği, toplumcu gerçekçilik mücadelesiyle eşitlik-
özgürlük yoluna dönüştürmek durumundadır. Dolayısıyla kapitalist Türkiye’de niçin
dergiler mezarlığı oluştuğunun nedenlerini vurucu yönleriyle saptamakla işe
başlamamızda yarar var.


Birincisi; özellikle 1989’dan sonra Türkiye kapitalizmi basın-yayın alanında hızla
tekelleşme ve 2003’ten sonra da toplum üzerinde medya egemenliği oluşturma sürecini
yaşamıştır. Türkiye İş Bankası, Yapı Kredi Bankası başta olmak üzere finans
kuruluşları ‘kitap ve dergi piyasası’nı denetimine almaya başlamışlardır. Nâzım
Hikmet, Yaşar Kemal başta olmak üzere birçok toplumcu şair-yazarın yapıtları bu
tekellerce satın alınmış olup bu müdahaleye karşı sosyalistlerin yaptıkları mücadele de
tarihe not düşülmüştür.


İkincisi; kağıt üretimi ve dağıtımı (Seka) kamu hizmeti olmaktan çıkarılıp ithalat ağır
bastığından maliyetler toplumcu yayıncılığın belini bükmeye başlamıştır. Dağıtımda
meydana gelen tekelleşme de cabası olmuştur. Birçok kitap ve dergi, dağıtım zorlukları
nedeniyle okuyucuya ulaştıralamaz hale gelmiştir.


Üçüncüsü; edebiyat-sanat alanına neo-liberal ideolojinin, post-modern felsefenin
girdileri o kadar artmıştır ki, ‘gerçeklik’ten uzak ve toplumsal duyarlığı olmayan
yapıtlar piyasası egemen hale gelmiştir. 1980 sonrası yetişen kuşak, bu kitap ve
dergilerin güdümünde edebiyat-sanatı tanımaya mahkum edilmek istenmiştir. Özellikle
Sorosçuların kurduğu ‘Açık Toplum Örgütü’ üzerinden ciddi manipülasyon süreci
gündeme gelmiştir. Buna karşı ‘Anadolu dergileri’ içinde hem anti-emperyalist hem de
toplumcu damarı olanların çabasıyla bu manipülasyon önemli oranda
etkisizleştirilmiştir.


Dördüncüsü; ülkede yaşanan ekonomik-toplumsal ve kültürel alandaki neo-liberal
dönüşümün yarattığı yeni çelişki ve çatışmaları erken görüp, kavrayıp sanat diliyle
bunları kitlelere ulaştırma konusunda aktif olması gereken Türkiye solunun yaşadığı
kafa karışıklığı da dergilerin kitle bağlarının kurulamamasında etkili olmuştur.


Beşincisi; eskiden dergi yönetmenleri ve kimi şair-yazarları okuyucuyla birebir ilişki
kurarken, dergilere ürün gönderenlerle yazışıp onların gelişimlerinde rol alırken, bu
gelenek büyük oranda terk edilmiştir. Böylece, dergiler ‘okul’ özelliğini yitirmeye
başlamıştır. Türkiye’de çıkan her edebiyat-sanat dergisinde aynı isimlerin boy
göstermesi, giderek bir başka edepsizliğin zemin bulmasına yol açmıştır.


Altıncısı; bizim ‘İstanbul dukalığı’ dediğimiz ya da Cengiz Gündoğdu’nun deyimiyle
‘star sistemi’ egemen kılınarak, yoz kültür ve sanat ülkeye dayatılmak istenmiştir.
Yaygın basın-yayın kuruluşlarında, kitap eklerinde bunlar pompalanmıştır.


Yedincisi; dergilerin seçtikleri alanlar ve ‘hedef kitlesi’ bakımından karmaşıklığı
yanında Anadolu’da aynı kentte birbirine paralel birçok derginin çıkıyor olmasının
yarattığı kimi anlamsız gruplaşmalar, hatta birbirini yıpratan ilişkiler de ciddi zaaflara
yol açmıştır. Buna bağlı olarak dergilerin içerik ve estetik yetkinlik bakımından yetersiz
ürünlere yer vermeleri de ilgiyi azaltmıştır.


Sekizincisi; şair ve yazar örgütlerinin, yayıncılar birliğinin, telif hakları başta olmak
üzere ülkede yaşanan baskı, şiddet ve gericileşmeye karşı güçlü bir duruş
sergileyememeleri. Bu örgütlerin nicel ve nitel yönden etkinliğini yitirmesi.

Daha birçok neden sayılabilir.

Dergilerin işlevlerine gelince’


Yanılmıyorsam 1925’te Yusuf Ziya Ortaç, Akbaba dergisinin 25 bin civarında
basıldığını ve okuyucu tarafından yoğun ilgi gördüğü için yaşadıkları dağıtım
sorunlarına dair yaptığı açıklama ile gündem yaratmış. Ülkede okur-yazarlık oranının
düşüklüğü ve savaştan yeni çıkmış bir toplumun Cumhuriyet’in kuruluş sancılarını
yaşadığı bir dönemde 25 bin satan bir derginin varlığı, bugün yüzlerle ya da en çok
binlerle ifade edilen dergi tirajları dikkate alındığında çok önem arz etmektedir. Yine
1930’lu yıllarda çıkmaya başlayan Varlık dergisinden Garipçiler’i oluşturan şair-
yazarların çıkması başta olmak üzere bugüne kadar derginin varlığını sürdürmesi de
üzerinde durulması gereken önemli bir veridir. Aynı olguyu, Trabzon’da 1960’lardan
beri yayımlanan Kıyı dergisi için de söylemek mümkündür. Başka kentlerde de buna
benzer birkaç örnekle karşılaşılmaktadır; bunun nedeni de kurumsallaşma ya da
kuşaklar arasındaki bağlantının sürekliliğidir. Demek ki dergilerin birincil işlevi, yeni
kuşak şair-yazarların gün ışığına çıkmalarına zemin hazırlamak; okuyucunun estetik
beğenisini zenginleştirmek ve kuşaklar arasındaki geçişkenliği sağlamak.
Anadolu dergiciliğinin en önemli işlevi ise, metropollerde çıkan ve elit ilişkilerin dışına
çıkmayan dergilere alternatif olarak yerel şair-yazarların okuyucuyla buluşmasını
sağlamak; bu dergileri takip eden edebiyat-sanat tarihçilerinin, eleştirmenlerin
gündemlerine girmelerine vesile olmak; çıktıkları yerelin kültür-sanat ve edebiyat
birikimlerini tanıtmak’ Bu açıdan 1930’lu yıllardan itibaren Ankara’daki Ülkü dergisi
başta olmak üzere birçok kentte çıkan Halkevleri dergileri çok etkili işlev
üstlenmişlerdir. Eğer İlhan Berk edebiyat dünyasında var olabilmişse, bunu Manisa’da
çıkan Halkevi dergisine borçludur bir bakıma.
Anadolu dergiciliğinin ne denli önemli olduğunu gösteren birçok örnek verilebilir;
özellikle halkbilimi ürünlerinin gün ışığına çıkarılmasında 2000’li yıllarda Antakya’da
çıkarılan Amik dergisinin anılmasında yarar var. Bugün belgeselcilerin sanatçılar, şair-
yazarlarla ilgili yaptıkları çalışmalarda bu dergilerin sararmış sayfaları büyük arşiv
oluşturmaktadır.


Gelelim, bugün genel anlamda dergicilik, özellikle de Anadolu dergiciliğinin ama-araç
ve yöntemler bakımından varlıklarını nasıl güçlendirecekleri konusuna’ Önerilerimi
özetle şöyle sıralamak istiyorum:

- Derginin hangi alanda ve nasıl faaliyet yürüteceğinin net olması.
- Yayın amaç ve ilkelerinin sağlam temele oturması, uygulamada tutarlı davranılması.
- Bazı dergilerin aynı zamanda bir yayınevi işlevi de üstlendiği dikkate alındığında,
kitap-dergi dağıtım ağının tekeller dışında kurulması. Bu amaçla Anadolu’daki dergiler
arasındaki dayanışmanın kooperatif vb. örgütlenmeler üzerinden örgütlenmesi.
- İlköğretimden üniversiteye kadar öğrenci gençliğin ilgi odağına girecek bir yayın
politikasının belirlenmesi. Yeni kuşakla bağ kuracak sanat ve kültür etkinliklerine
ağırlık verilmesi. Bu çerçevede sanatlar arasındaki bağlantıların güçlendirilmesi.
- Ürünler ya da anlayışlar üzerinde eleştirel değerlendirme ve ortaklaşmacı tartışma
ortamlarının, internet başta olmak üzere olabildiğince verimli kullanılması.
- İhtiyaç duyulduğunda ve besleyici olmak için belli aralıklarla sempozyum, konferans
vb. etkinliklerle Anadolu dergilerinin deneyimlerini paylaşacakları, sorunlarına çözüm
üretecekleri bir kanalın açılması.

Bu anlamda Terskan Toros’un başlattığı ‘dosya’ çalışması ve bir sempozyum düzenlenmesi girişimini çok değerli görüyorum. Hepimize kolay gelsin.


Müslüm Kabadayı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder